DOĞAL BOYA SERÜVENİ
BİLGİ
︎︎
Haziran 2025
Yazan: İrem Çetinor
Yazan: İrem Çetinor
Dünya İçinvyedi senedir bir sürü insanın katılımı ve desteğiyle genişleyen bir yapı oldu. Bu süreçte en başta ben çok şey öğrendiğimi görüyorum.
Öncelikle ‘dünyayı kurtarma’ güdüsüyle belki de biraz cahilce başladığım bir 25’li yaş serüvenim oldu. 22 yaşından 26 yaşına kadar çeşitli çiftliklerde çalışarak şehirli ve edilgen olma halimin dışına çıkmaya çalıştım. Gençliğin ve naifliğin verdiği kararlılıkla hareket edebilmek gerçekten çok özgürleştiriciydi.
Bu ateş hem kendime dönmeyi, hem şifa bulmayı, iyileşmeyi ve hizmet etmeyi arayan bir ruh halinden kaynaklanıyordu, ama hepimizin etkisi altında olduğu dijital dünyanın trendlerinden de kaynaklandığını ancak yıllar sonra görebildim.
2018’de kararlılıkla sahil temizliğine başladığımızda ise, topluluk olmaya dair gerçekten hiç birşey bilmediğimi fark ettim. Aile olmanın da tam olarak ne olduğunu bilmediğimi ve öğrenmem gereken çok şey olduğunu yine çok sonra kavrayacaktım. Boşanmış bir anne ve babanın arasında kalmamaya çalışan, Amerika’dan döndüğünden beri aidiyet, köklenme ve kimlik problemi yaşayan oldukça hırpalanmış, zemini altından çekilmiş ve özgüven eksikliği çeken bir haldeydim.
Tutunduğum tek şey büyükbabamın evinde yaşıyor olmam, (onun beni koruduğunu düşünürdüm hep) ve beni özüme döndüreceğine emin olduğum meditasyon ve mantra pratiğimdi. Bu pratik daha sonra çok güzel insanlarla tanışmama sebep olacaktı. Velhasıl, içe dönüşün yarattığı etkinin büyüklüğü insanın kalp açıklığından ve dış dünyada gördüğü düzensizlikler ile ilgili sorumluluk alabileceği farkındalığı ile başlıyor. Ötesinde bizi sarmalayan doğanın bedenimizin bir parçası olduğu fikrine uyanmak, özellikle de bir şehirli olarak uyanmak için böyle bir içe dönüşün kaçınılmaz olduğunu öğrendim.
Kendimi kaptırmadan önce, belki Dünya İçin’in sürecinde duygusal ve düşünsel olarak yaptığım hatalardan, içinden geçtiğim/iz dönüşümden ve diğer tüm yaşadıklarımızdan ayrıca bir yazıda bahsederim. Bu yazı doğal boyalarla ilgili olacak ︎ dağılmamak lazım. Sadece böyle bir başlangıç yapmamın sebebi doğal boyaya ilgi duymak için öncelikle doğa ve doğala bir merak salmak, doğa algısına yakından bakmayı istemek gerekiyormuş. Aksi takdirde önümüze konan neyse onunla varolmaya devam ederek, herhangi bir alternatifi bile hayal etmeden bir hız ve ayrışma içinde devinip gidebiliriz.
Gelgelelim konumuza, burada yeniden değinmeden edemeyeceğim çok güzel insanlar var. Öncelikle Ela Mete tabi ki, ardından Clara Sagana, Gudrun ve Ferit, Nazım Tanrıkulu.. doğanın ve doğalın ne demek olduğunu tüm benliği ile arayan insanlar, kalpler.. Onlara teşekkür etmeden başlayamam.
Ela’nın kendi sürecinde tanık olduğum birkaç bilgiyle, ve çiftliklerde geçirdiğim vakitte keşfettiğim flora bilgisiyle ben de kendi sürecimi yaşamaya sonunda bir gayret karar verdim. Başta dediğim gibi aidiyetsiz, köksüz, hırpalanmış ve kimlik sorunu yaşayan 25 yaşındaki halim 35’e benimle birlikte gelmişti bile, o yüzden özgüvensizliğim ve kararsızlığım her konuda devam ediyordu.
İlk zerdeçalla başladım. Zerdeçal bedenimde yaşadığım enflamasyon ve enfeksiyon gibi konularda sık sık kullandığım ve başvurduğum önemli bir ilaçtı. Sacral ve solar plexus chakra ile de çalıştığını tahmin ettiğim bu kıymetli kök bitki, kuvvetli turuncu/sarı renkleriyle bedenin kök salamayan belki dengelenemeyen, kuvveti bulamayan alt kısımlarına hücum ederek bir ateş yakıyordu, bunu deneyimlerimden hissediyordum. Bir yandan koruyor, bir yandan dönüştürüyor, bir yandan kuvvetlendiriyordu.
Bu renkle başladım çünkü her daim mutfağımda bulunuyordu, erişilebilir bir malzemeyle başlamak her zaman daha mantıklı. Tabi taze halini değil de, marketlerde bulabileceğim toz baharat halini kullanmakla başladım. (Daha sonraları gerçek hammadde arayışına girmek isteyecek kadar bu konuyu sevebileceğimi tahmin etmiyordum.) Ama işin asıl kıymetli kısmı, ‘Zerdeçal neye benzer?’, ‘Taze hali nasıldır?’, ‘Nerede yetişir?’ ,‘Hangi mevsim nasıl gözükür?’, ‘Toza nasıl dönüştürülür?’ gibi soruların cevaplarını aradığınızda başlıyor. Bunun için de sanki görevlendirilmiş gibi hissettiğim bir başka serüveni bambaşka bir bitki ile daha sonra yaşayacaktım.
Bu da Phytolacca Americana bitkisi. Burada daha önce hakkında yazmış olmalıyım. Emine Boyner’in gerçekten içte dışa dönüştürücü bir bitki yürüyüşüne katıldıktan sonra kendimle ilgili daha ne büyük bir kabul ve şefkat dönüşümüne ihtiyacım olduğunu anladığım bir günün sonunda, bir sepetin içinden kağıtlar seçmiştik. Bana da bu bitki çıkmıştı. Şekerciboyası Otu, İngilizce ismiyle Pokeweed, Latince ismiyle ‘Phytolacca Americana’.
Zehirli, sadece kuşların sindirebildiği, yabani, çılgın, biraz da kendime benzettiğim bir bitkiydi bu. Kontrolsüzce büyüyebilen, belki sınırsız, rahatlıkla göç edebilen, hafif ama büyük, verimli, koyu yeşil yaprakları, kırmızıya çalan bir gövesi, minik üzümleri andıran ve bollukla meyveler veren, capcanlı bir renk sunan, karışık, bir o kadar da korkutucu gözüken, endamli bir bitki.
Ve böylece 1 Haziran’da bir kağıt parçasının üzerinde yeniden karşılaştığım bu bitkiyi Aralık ayına kadar inceledim. Haziran Temmuz’da çiçeklenmeye ve büyümeye başlıyor, Ağustos ve Eylül aylarında bol bol meyvesi oluyor ve toplanabiliyor, ardından tohumları toplanıyor, ve önümüzdeki sezona kadar sessizce içine kapanıyor. En coşkulu zamanları yaz sonu sonbahar başı oluyor diyebilirim.
Bu ateş hem kendime dönmeyi, hem şifa bulmayı, iyileşmeyi ve hizmet etmeyi arayan bir ruh halinden kaynaklanıyordu, ama hepimizin etkisi altında olduğu dijital dünyanın trendlerinden de kaynaklandığını ancak yıllar sonra görebildim.
2018’de kararlılıkla sahil temizliğine başladığımızda ise, topluluk olmaya dair gerçekten hiç birşey bilmediğimi fark ettim. Aile olmanın da tam olarak ne olduğunu bilmediğimi ve öğrenmem gereken çok şey olduğunu yine çok sonra kavrayacaktım. Boşanmış bir anne ve babanın arasında kalmamaya çalışan, Amerika’dan döndüğünden beri aidiyet, köklenme ve kimlik problemi yaşayan oldukça hırpalanmış, zemini altından çekilmiş ve özgüven eksikliği çeken bir haldeydim.
Tutunduğum tek şey büyükbabamın evinde yaşıyor olmam, (onun beni koruduğunu düşünürdüm hep) ve beni özüme döndüreceğine emin olduğum meditasyon ve mantra pratiğimdi. Bu pratik daha sonra çok güzel insanlarla tanışmama sebep olacaktı. Velhasıl, içe dönüşün yarattığı etkinin büyüklüğü insanın kalp açıklığından ve dış dünyada gördüğü düzensizlikler ile ilgili sorumluluk alabileceği farkındalığı ile başlıyor. Ötesinde bizi sarmalayan doğanın bedenimizin bir parçası olduğu fikrine uyanmak, özellikle de bir şehirli olarak uyanmak için böyle bir içe dönüşün kaçınılmaz olduğunu öğrendim.
Kendimi kaptırmadan önce, belki Dünya İçin’in sürecinde duygusal ve düşünsel olarak yaptığım hatalardan, içinden geçtiğim/iz dönüşümden ve diğer tüm yaşadıklarımızdan ayrıca bir yazıda bahsederim. Bu yazı doğal boyalarla ilgili olacak ︎ dağılmamak lazım. Sadece böyle bir başlangıç yapmamın sebebi doğal boyaya ilgi duymak için öncelikle doğa ve doğala bir merak salmak, doğa algısına yakından bakmayı istemek gerekiyormuş. Aksi takdirde önümüze konan neyse onunla varolmaya devam ederek, herhangi bir alternatifi bile hayal etmeden bir hız ve ayrışma içinde devinip gidebiliriz.
Gelgelelim konumuza, burada yeniden değinmeden edemeyeceğim çok güzel insanlar var. Öncelikle Ela Mete tabi ki, ardından Clara Sagana, Gudrun ve Ferit, Nazım Tanrıkulu.. doğanın ve doğalın ne demek olduğunu tüm benliği ile arayan insanlar, kalpler.. Onlara teşekkür etmeden başlayamam.
Ela’nın kendi sürecinde tanık olduğum birkaç bilgiyle, ve çiftliklerde geçirdiğim vakitte keşfettiğim flora bilgisiyle ben de kendi sürecimi yaşamaya sonunda bir gayret karar verdim. Başta dediğim gibi aidiyetsiz, köksüz, hırpalanmış ve kimlik sorunu yaşayan 25 yaşındaki halim 35’e benimle birlikte gelmişti bile, o yüzden özgüvensizliğim ve kararsızlığım her konuda devam ediyordu.
İlk zerdeçalla başladım. Zerdeçal bedenimde yaşadığım enflamasyon ve enfeksiyon gibi konularda sık sık kullandığım ve başvurduğum önemli bir ilaçtı. Sacral ve solar plexus chakra ile de çalıştığını tahmin ettiğim bu kıymetli kök bitki, kuvvetli turuncu/sarı renkleriyle bedenin kök salamayan belki dengelenemeyen, kuvveti bulamayan alt kısımlarına hücum ederek bir ateş yakıyordu, bunu deneyimlerimden hissediyordum. Bir yandan koruyor, bir yandan dönüştürüyor, bir yandan kuvvetlendiriyordu.
Bu renkle başladım çünkü her daim mutfağımda bulunuyordu, erişilebilir bir malzemeyle başlamak her zaman daha mantıklı. Tabi taze halini değil de, marketlerde bulabileceğim toz baharat halini kullanmakla başladım. (Daha sonraları gerçek hammadde arayışına girmek isteyecek kadar bu konuyu sevebileceğimi tahmin etmiyordum.) Ama işin asıl kıymetli kısmı, ‘Zerdeçal neye benzer?’, ‘Taze hali nasıldır?’, ‘Nerede yetişir?’ ,‘Hangi mevsim nasıl gözükür?’, ‘Toza nasıl dönüştürülür?’ gibi soruların cevaplarını aradığınızda başlıyor. Bunun için de sanki görevlendirilmiş gibi hissettiğim bir başka serüveni bambaşka bir bitki ile daha sonra yaşayacaktım.
Bu da Phytolacca Americana bitkisi. Burada daha önce hakkında yazmış olmalıyım. Emine Boyner’in gerçekten içte dışa dönüştürücü bir bitki yürüyüşüne katıldıktan sonra kendimle ilgili daha ne büyük bir kabul ve şefkat dönüşümüne ihtiyacım olduğunu anladığım bir günün sonunda, bir sepetin içinden kağıtlar seçmiştik. Bana da bu bitki çıkmıştı. Şekerciboyası Otu, İngilizce ismiyle Pokeweed, Latince ismiyle ‘Phytolacca Americana’.
Zehirli, sadece kuşların sindirebildiği, yabani, çılgın, biraz da kendime benzettiğim bir bitkiydi bu. Kontrolsüzce büyüyebilen, belki sınırsız, rahatlıkla göç edebilen, hafif ama büyük, verimli, koyu yeşil yaprakları, kırmızıya çalan bir gövesi, minik üzümleri andıran ve bollukla meyveler veren, capcanlı bir renk sunan, karışık, bir o kadar da korkutucu gözüken, endamli bir bitki.
Ve böylece 1 Haziran’da bir kağıt parçasının üzerinde yeniden karşılaştığım bu bitkiyi Aralık ayına kadar inceledim. Haziran Temmuz’da çiçeklenmeye ve büyümeye başlıyor, Ağustos ve Eylül aylarında bol bol meyvesi oluyor ve toplanabiliyor, ardından tohumları toplanıyor, ve önümüzdeki sezona kadar sessizce içine kapanıyor. En coşkulu zamanları yaz sonu sonbahar başı oluyor diyebilirim.